ŞİRİNCE.. Çoğumuzun bildiği, duyduğu şu meşhur Şirince.. M.Ö. 5. yüzyıla kadar uzanan, o dönem insanlarının buradaki güzellikleri korumak için, adına “Çirkince” dedikleri rivayet edilen Şirince..”Çirkince” zamanla olmuş “Şirince”. Kırmızı kiremitli, şirin beyaz köy evleriyle hepimizin bildiği Şirince.. Taşlarla donanmış yolları, meşhur meyve şarapları, kokulu sabunları, kumda kahveleriyle tanıdığımız Şirince.. Köyün içine girdiğimizde, meydandaki o gürültülü kalabalık, izdiham beni aşırı sıktı. Anı yaşamak istiyorsak eğer; curcunalar içinde değil.. O canım güzellikleri yaşayarak farketmemiz lazımdı…

Gördüklerim ile Şirince..

      Dağcı arkadaşlarımla geldiğim grupla karanlık, sıkıcı bir mekanda yediğimiz yemekten erken ayrılarak, biraz kendime, Şirince’de görmediklerime vakit ayırıyorum. Çoğu ziyaretçinin hep aynı sokaklarda, aynı mekanlarda yığılıp durmasını anlayamadan, meydandan yukarı, Kilise’ye doğru çıkıyorum. Yine aşırı bir ziyaretçi yığınağı.. Alelacele göz gezdirip Kilise’den yukarı, tenha sakin sokaklara giriyorum. Bir kenarda el işi yapan Şirinceli köylü kadınları görüyorum. Önlerindeki oyaları, örgüleri soruyorum bir iki kelam muhabbet etmek adına. Bu turistik köyün tüccarı olmuş onlar da çoktan. Şirince Kafe’ye kadar elişi, Buldan bezi perdelere, örtülere bakarak, geçtiğim yerlerdeki bu büyüleyici, unutulmaz atmosferi daha iyi hissetmek adına, ara sokaklarda asılı duran bu Buldan örtülerine tek tek dokunarak yürüyorum. Evlerin arasındaki, taşlarla döşenmiş, dar küçük sokaklarda sakin sakin yürümek unutulmazdı. Büyükşehirlerin beton evlerinden ; sıcacık evler görmek iyi geldi resmen ruhuma. 

Hissettiklerim…

Ve sardunyalar.. Her kafe de, her pansiyon bahçesinde olan sardunyalar kapı önlerinde saksılarda olması büyüledi beni resmen.. Tüm ziyaretçilerin yaptığı gibi hep aynı mekanlarda yemek yemek yerine; çarşının arkalarında, üst taraflardaki açık, sakin mekanları görüyorum. Böylesi bir yerde, açık havada, ağaçların altında yemek yemeli insan ömründe bir kere… Geçtiğim ara sokaklarda da köylü kadınların tığ oyası tezgahlarını görüyorum.

Kurutmalık patlıcanlar, şişelerde çeşit çeşit ev yapımı şifalı sular, kavanoz kavanoz yine ev yapımı her türden reçeller.. En çok da yukarılara doğru uzanan taş merdivenler dikkatimi çekiyor. Eski zaman merdivenleri.. Apartmanlara gri betonlar gelmeden önceki şirin, taş merdivenler.. Üst tepelerdeki Zeytinli Konak’ın tenha sokaklarına kadar yürüdüm özgürce.. Keyifle dolaştım. Bir yere yetişme telaşı olmadan, ahşap kapılara, antika sandıklara, kanaviçe perdeli pencerelere baktım tek tek..

Yemek mekanlarındaki şirin, rengarenk masalara..Küçük, şirin taş sokaklarda el ele dolaşan sevgililere, baş başa diz dize oturan gençlere baktım. Şirince’de her yaştan, her tür insanı görebilirsiniz. Şirin köpekleri ile gezen enteller , dış çekim için gelmiş gelin damatları görmeniz imkansız.. Davullarla karşılanan şamatalı gezi kafileleri, günübirlik çoluk çocuk hep birlikte gelen aileler, hafta sonu buluşan aşıklar, dünyanın ve memleketin her yerinden akın akın bu şirin Rum köyünü ziyaret eden turistler.. 

Gözlemlediklerim..

Herkesin yığıldığı, görmek için birbiriyle yarıştığı hayal kırıklığı ile; Dimitri Kilisesi çıktı karşıma.. Ve çok güzel olan büyük koca bir meydanda dev bir çamın altında açık havada, ferah ferah, kumda kahve içenlere imrendim. Çamaltı Cafe’ymiş burası. Çok sakin ve huzur verici.. Göğe yükselen kollarını açmış, dev bir çam ve altında minik minik tabureler.. Vaktim kısıtlıydı, artık beraber geldiğim gruba yetişmeli, acele etmeliydim..

Artemis Restaurant’ın karşı tepesindeki bu sakin, bomboş kiliseye girdim ve içerde ki oymalarına hayran kaldım. Kilise’nin, Şirince’nin arkalarındaki yemyeşil tepelere bakan, girişteki terasını görmelisiniz mutlaka. Bu köyün eski tahta kapıları da bence en özgün, görülmesi gerekenlerin başında gelir. Şehirde yok ettiğimiz, modernleşme adına yok ettiğimiz, babaanne evlerini hatırlatan oyma kapılar.. Oyma sandıklar.. O dönemin antika çeyiz sandıkları.. Sakin huzurlu sokaklarda keyifle keşfediyorum Şirince’yi. HUZUR ve mutlulukla doluyor içim.. Hayata yetişmelere, koşuşturmalara, etrafımızda olup bitenlere kısa bir mola, iyi geldi ruhuma.. Hayat denilen şey farkındalıklar ile güzel. AN’ı yaşamak, doyasıya tüm benliğinle hissetmek..İşte bu gezinti sayesinde, biraz daha keşfettim Şirince’yi ve hayattan daha bir keyif aldım.       

Sonbahar yapraklarını görüyorum tek tek yerlerde.. Sonbaharda daha bir güzel Şirince.. Bekle Şirince.. Yarım kaldı sanki birşeyler.. Girmediğim, adımlamadığım sokaklarını görmek için tekrar geleceğim.. Tekrar buluşacağız.. O unutulmaz rengarenk sardunyalarınla bir gün tekrar kucaklaşacağız..

Aysun Çubuk